SATIR ARASI (Ayşe ALP)

Tarih: 23.06.2025 04:12

Kırmadan Kırbaçlamak Gerekir....

Facebook Twitter Linked-in

İşte haberin 5N1K KURALI (Ne, Nerede, Ne zaman, Nasıl, Neden, Kim) öğelerine göre özeti:

NE OLDU?

NERDE OLDU?

NE ZAMAN OLDU?

NASIL OLDU?

NEDEN OLDU?

KİM?

Ben 5N1K’yı ortaokul yıllarında, Türkçe dersimize giren Ömer Kadıoğlu öğretmenimden öğrenmiştim. Hem de orta 1. sınıfta. 

Bize sık sık makaleler yazdırır ve bu kuralı harfiyen uygulamamızı isterdi. 

Kafamıza vura vura öğretirdi… Yanlış anlaşılmasın, dayak atarak değil, tekrar tekrar anlatarak.

Yani daha ortaokul sıralarında öğretilmeye başlanılan bu 5N1K kuralının, yıllar sonra gazetecilikte karşıma çıkacağını hiç düşünmemiştim. 

Yanılmışım. 

Edebiyata ve tarihe meraklı olmamın da etkisiyle, yazdığım makalelerde karne notu “5’lik sistemde” hep 5 alırdım.

Zaten 5 aldığım tek  ödevlerdi makaleler…

Bunları neden yazıyorum? Başarılı bir öğrenci olduğumu söylemek için değil… 

Kaldı ki sadece bu işte başarılı olsam da tembel ve haylaz bir öğrenciydim. 

Ve yazdığım hiçbir yazıyı noktalama işaretleriyle boğmaktan hoşlanmazdım. 

Cümlenin sonuna konulan nokta ve ayraç olarak kullandığım virgülden başka da bir şey hâlâ bilmem.

Ha, son zamanlarda öğrendiğim bir de ünlem işareti ile üç nokta var…

Ama haber yazma sanatı bambaşka bir şeymiş. Bunu, gazeteciliğe ilk başladığım yıllarda anlamasam da, rahmetli Mehmet Altınsoy’un kurduğu Ankara merkezli, Aksaray’ın sesi olan Vakit Gazetesi'nde aldığım eğitimle anladım.

Ben ve o dönemde birlikte çalıştığım arkadaşlarımın tamamı, haber yazma sanatını Vakit Gazetesi’nin Ankara’da ulusal gazetelerde haber müdürlüğü, yazı işleri müdürlüğü gibi önemli görevlere yükselmiş bu işin ustası olan isimlerinden eğitim alarak öğrendik.

Ta o zamandan, noktalama işaretleri yüzünden yazdığım bir haberi buruşturup attıkları için yirmi kere yeniden yazdığımı bilirim. Garibim Recep Turan abim ise son çıkış noktam olurdu. Noktalama işaretlerini ona koydurur, haberi öyle yollardım; ancak o zaman kabul görürdü.

Bütün bunları şunun için anlatıyorum:
 Gazetecilik, evet kolay bir meslek değil. Ama zevkli bir meslek.

 Hele ki memleketi seviyorsan, bu iş vatan görevi gibi gelir insana. Yalnızca doğru bilgiyi aktarmak da yetmez. Yerel medya sadece haber vermez; sesi çıkmayanın sesi, duyulmayanın kulağı olur. Mahallenin, okulun, pazaryerinin, köyün nabzını tutar.

Ulusal medyanın peşinde olduğu “tık” bizim derdimiz değil. Yerel medya, sansasyonla değil vicdanla yazmalı. Yanlışı da yazar, doğruyu da. Hakkı olanı söyler ama helali haramla karıştırmaz.

Bu yüzdendir ki

Gazeteciliği önce memleket gibi sevmek lazım. 

Vatan gibi sahiplenmek lazım. 

Yazdığın yazının da doğruluğunu, gerçekliğini teyit etmeden kaleme almak demek; bazen önüne geçilemeyecek büyük, kötü sonuçlar doğurabilir.

Bu nedenle, kalemi silah gibi kullananlar hariç, gazetecilik mesleğini icra edecekseniz önce bu işin mutfağında iyice pişmeli, sonra da “Tamam, ben oldum” dememeli. Hâlâ öğreniyorum demeli… Araştırmayı, sorgulamayı sürdürmeli.

Unutmayın:
 Doğru bilgi, teyide muhtaçtır.
Ve teyit ettiğiniz bilgiyle yapacağınız her haber, gerçekten okumayı bilenler tarafından takdir görecektir.

Okumayanlara, yerel medyayı ve yazılanları takip etmeyenlere ise sözüm yok tabii…

Ama gazetecilik sadece teyit ettiğin doğru haberi aktarmaktan da ibaret değil. 

Hele ki yerel basında bu iş çok daha sorumluluk gerektiriyor. Çünkü yerel gazeteci sadece yazmaz; duyar, görür, hisseder ve yansıtır.

Ulusal yayın organları gibi sadece okuyucu kazanmak, tıklanmayı artırmak ya da sansasyon yaratmak değildir yerel medyanın görevi.

Yerel medya, yaşadığı toprakların nabzını tutar. Mahallenin, sokağın, köyün, okulun, pazaryerinin sesini duyurur. 

Kısacası yerel medya, halkın aynasıdır. Bu yüzden daha fazla dikkatli, daha fazla vicdanlı ve daha fazla sorumluluk sahibi olmak zorundadır.

İster küçük bir haber olsun ister bir köşe yazısı… Bizler bu şehrin çocuklarına, yaşlılarına, esnafına, çiftçisine, öğrencisine karşı mesulüz. Yazdığımız her satırın bu şehirde bir karşılığı vardır. 

Kimi zaman umut olur, kimi zaman adaletin sesi… O yüzden haberi sadece “vermek” yetmez. Haberi en doğru, en sade, en temiz biçimiyle vermek gerekir.

Çünkü yerel medyada hata, sadece bir haberde değil, 

Hata, yerelde sadece bir haberin çürümesi değil, bütün bir toplumda güven kaybıdır.

İşte tamda burada;

Kırmadan Kırbaçlamak ,hatasını yüzüne vurmak gerekir

İftira atmak, çamur sıçratmak, menfaat uğruna kalem oynatmak; menfaat bitince karalamaya kalkmak… Bunlar yerel gazetenin değil, kalemlerini satanların  işidir.

Peki sadece “naif öneriler” sunarak yetinmek mümkün mü? Tabii ki değil. Biz çözüm merkezi değiliz, gazeteciyiz. Yanlışı kaleme alırız, eleştiririz ve okura duyururuz. Ama güzel olanı, memlekete faydalı her icraatı da alkışlamaktan imtina etmeyiz.

Bu topraklara borçluyuz; kalemimizle kalkınmaya bir tuğla da biz koyacağız. Benim tarzım belli: Çalışana sonsuz destek, halkı kandırana en ağır eleştiri. Allah var, bu üslubumu seviyorum—ben buyum.

Kalemini silah gibi kullanan değil, aydınlatan gazetecilerden olalım. Çünkü biz, doğduğumuz büyüdüğümüz bu topraklara karşı sorumluyuz.

Ama son günlerde, hatta birkaç aydır yazdığım yazılardan ve eleştirdiğim konulardan rahatsız olan dostlarımız varmış. 

Bana çok kırılıp güceniyorlarmış. Öyle ki bir daha yüzümü bile görmek istemiyorlarmış.

Ay çok üzüldüm diyemeyeceğim…

Oysa aynı dostlar, iyi yaptıkları işleri kaleme alıp tebrik ettiğimde kalemimi “güçlü”, duruşumu “dik” buluyor, alkışlarını esirgemiyorlardı. Ne zaman ki konu kendilerine geldi, yaptıkları yanlışı yazdım… “Neden bizi eleştirdin?” deyip beni tu kaka ilan ettiler.

İyi yaptıklarınızı yazarken madalya mı taktınız da şimdi o madalyayı geri istiyorsunuz?

Bakın dostlar, mesele memleket meselesi. Aksaray adına kim halel getirir  bir yanlış yaparsa, onu yazmak benim boynumun borcu. Haklıysanız haklılığınızı kanıtlamakla yükümlüsünüz; değilseniz zaten yanlış yaptığınızı kabul ediyorsunuz demektir.

Unutmayın: İş başka, dostluk başka. Dostuz diye yaptığınız yanlışları görmezden gelmemi bekleyemezsiniz. Ayrıca dostluk adı altında hiçbir maddi çıkar ilişkisine girmem; gün gelir, kalemimi değil beni satın aldığınızı sanmayasınız diye.

Ve lütfen… Benim yazdığım, sorumluluğu bana ait bir konuda alakasız kişileri suçlamayı bırakın. Emin olun size hiçbir şey kazandırmaz. Sadece onların ,yani suçladıklarınızın, beni kaybetmesine sebep olursunuz.

Kısacası: Giden gider, kalan sağlar  bizimdir.

Ben kaybettiklerime hiç üzülmedim.

 

 

 

 

 

 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —