Kendimi bir yerde yanlış yapıyor gibi hissediyorum…
Mesela idarecilere, kurum müdürlerine iftira atılmasın, şantaj yapılmasın, onurları kırılmasın, şevkleri kırılmasın diye her defasında ortayı bulmaya çalıştım.
Kendilerinin cevap bile vermediği konuları araştırıp, doğrusunu öğrenip yazmakla gurur duydum.
Bunun dik duruş olmadığını ,vicdanı hesaplaşma olduğunu biliyordum
Meğer öyle değilmiş…
Aksine, böyle yaptıkça; savunmaya geçtiğin kurumların, idarecilerin, hatta siyasilerin “bizim için önemli değil, biz bize saldıranlarla iyi geçinelim” mantığıyla hareket ettiklerini gördüm.
Aslında bunu biliyordum ama inatla öyle olmadığına inanmak istedim —
Hata etmişim.
Bu yüzden bugün, meslektaşlarımın karşısında durduğum için özür dilerim.
Siz doğru olanı yapıyormuşsunuz; yanlışı yapan benmişim.
Ben de sizler gibi davranmalıymışım.
Geçmişte olduğu gibi, gerçekleri —gerçek bile olsa— eleştirmekten kaçınmamak gerekiyormuş.
Bilemedim…
Eşekliğime verin!
Doğru haberi vermekle doğru olduğunu kanıtlayamıyormuşsun.
Aksine, doğruyu yazmak sadece bunu yapanı itibarsızlaştırıyormuş.
Geç de olsa anladım.
Şimdi merak ediyorsunuzdur, “Neden böyle sitem ediyorsun?” diye…
Sitem etmiyorum inanın.
Hayal kırıklığı da yaşamıyorum.
Sadece, olması gerekeni yaptığım için suçlu olduğumu kabul ediyorum.
Bakın, son günlerde ciddi bir şekilde basın üzerinde tahakküm kurulmaya çalışılıyor.
Valilikteki yönetici kadro, adeta yerel basınla hesaplaşmak için Vali Mehmet Ali Kumbuzoğlu’nu manipüle ediyor.
Gündemde dönen “Hamsi tava” meselesinin aslında hamsiyle alakası yok!
Asıl mesele, basının ayrıştırılmaya çalışılması…
Yıllardır verilen mücadelelerin, yaşanan kavgaların boşuna gittiğini, eski düzenin yeniden kurulmak istendiğini gördüm.
Valilik yönetici kadrosu, kendi istedikleri birkaç basın mensubuyla yeni bir rota çizmeye çalışıyor.
Yıllardır bazı basın mensuplarının valilik üzerinde kurmaya çalıştığı tahakküm bir ara bozuldu gibi görünse de, aslında hiç bozulmamış.
Keza Aksaray Üniversitesi’nde de aynı tabloyla karşılaştık.
Son düzenlenen “İğde Şenliği”nde basın biriminin yaptığı ayrım, bunu net şekilde ortaya koydu.
Bir tarafta valilik, birçok ulusal basın olmasına rağmen sadece beş ulusal medya temsilcisine özel program düzenleyerek yerel basını dışlıyor;
diğer tarafta Aksaray Üniversitesi, aynı şekilde sadece iki dijital TV ve ulusal basını davet ederek aynı ayrımı yapıyor.
Ticaret İl Müdürlüğü’nün geçtiğimiz günlerde sadece ulusal basın ve yine o iki dijital TV ile denetime çıkması da cabası.
Gözlerden kaçmıyor bu tercihler…
Neredeyse her kurum, sadece belli medya organlarıyla çalışma sevdasında.
Oysa ben, bu kurumlarda Vali’nin haksız yere eleştirilmesine karşı durmuş, kurumların yanlış yere hedef alınmasının doğru olmadığını savunmuştum.
Ama basın arasında ayrım yapılacağını düşünmedim”
Bugün geldiğimiz noktada, “doğruyu yazmanın” sadece doğruyu değil, kimin canını acıttığını da gösterdiğini anladım.
Doğruyu yazmak, Valinin ekibinin, Rektörün kadrosunun, hatta daha nicelerinin canını yakıyor anlaşılan.
O halde biz de bugüne kadar karşılarında durduğumuz arkadaşlarımızla aynı yolda yürüyelim.
Ama farkımız şu: Bizim ne podyumumuz var ne de o podyumu çekecek bir bir kurum fotoğrafçımız!
Ne de Selime’de bir balıkçıda “alkol masasında kadeh tokuşturacak” selime hatırası yaşatacak personelimiz!
Yine de fark etmez…
Kalemimiz sivridir.
Kimi yontacağını, kimi çizip geçeceğini iyi bilir.
Bundan sonra kalemimizin ucuna biz de sert eleştiri takarız…
Susturucuyu çıkartırız.
Gürültünün şiddetini artırırız.
O zaman oluşturduğunuz 5 kişilik Watsap gurubu da kurtaramayacak sizi….
Unutmayın Watsap'ta imdat butonu yok…
Bizmi :)))
Ya bu işi sizin istediğiniz gibi sadece sizi eleştirerek yaparız….
Ya da gider hamsi balığı satarız!