Eee gelelim şu 7 bin metrekare OSB arazisi meselesine…
Bir süredir kulağıma gelen, “x 'e arsa verilmiş” söylentileri ortalıkta dolaşmaya başladı.
Birinci ağızdan gelmeyen cevaplar, bir türlü yapılmayan açıklamalar dikkatimi çekince, dedim ki kendi kendime: “Dur bakalım Ayşe, bu işin aslını öğrenmeden olmaz!”
Aslında konu şahsi olduğu için ilk başta ilgimi bile çekmemişti.
Fakat sonradan öyle bir hâl aldı ki… Kimi 5 bin metrekare diyor, kimi 7 bin metrekare. E, konu OSB olunca, ister istemez kulak kabartıyor insan.
Ama işin asıl ilginç tarafı, konuyla hiçbir ilgisi olmayan Aksaray Valisi Mehmet Ali Kumbuzoğlu ve Belediye Başkanı Evren Dinçer’in bu söylentilere dâhil edilmeye çalışılmasıydı.
İşte o an içimdeki şeytan dürttü: “Hadi bakalım Ayşe, kaşı şu meseleyi!” dedi.
Açık konuşayım, Dönemin Valisi Hamza Aydoğdu döneminde iddia edilen bir arsa tahsis edildiğini duymuştum ama üstünde durmamıştım.
Ne var ki bugün bu konunun alakasız isimlere mal edilmeye çalışıldığını görünce, işin aslı astarı nedir diye araştırma gereği duydum.
Sonra ne yaptım?
Bir telefonla iddia sahibi aradım. Sağ olsun, büyük bir samimiyetle konuştu, hiçbir şey gizlemedi.
Aralarındaki bu eski tanışıklığın da zaten bilinen bir durum olduğunu anlattı.
Vali Aydoğdu, OSB’de yatırımları teşvik etmek amacıyla iddia görüşmüş.
OSB yönetiminden 7 bin metrekarelik bir arsanın ücret karşılığında tahsisi sağlanmış.
Yani Ne bedava verilmiş bir yer var, Ne de gizli saklı bir işlem!
Prosedürler yerine getirilmiş,
Resmi işlemler yapılmış.
Şimdi ben bir telefonla bu bilgilere kolayca ulaşabiliyorsam, bu işi haber diye gündeme taşıyıp, üstelik Aksaray Valisi Kumbuzoğlu’na ve Belediye Başkanı Dinçer’e kadar getirmenin ne anlamı var Allah aşkına?
Kusura bakmayın ama ben bunu iyi niyetli bulmuyorum.
Gerçekten Aksaray sevdasıyla hareket eden biri, önce birinci ağızdan bilgi alır,
Sonra kalemine sarılır.
Ama görüyorum ki bazıları “haber yapıyorum” derken, şehrin yöneticilerini haksız ithamlarla zan altında bırakmayı alışkanlık hâline getirmiş.
Bu yüzden içimden dedim ki: “Madem kimse gerçeği yazmıyor, o zaman doğrusu neyse onu ben yazayım.”
Keşke bu yayınları yapan arkadaşlar, iddia sahibine bir sorsaydı.
Belki o zaman şehirdeki bu yanlış algı, bu kasıtlı fısıltı gazetesi büyümezdi.
Bakın, açık konuşuyorum:
Bu şehirde kimseyi yıpratmaya, iftiralarla itibarsızlaştırmaya hakkımız yok.
Bu, Aksaray’a yapılabilecek en büyük ihanettir.
Ve bu ihanete göz yumanlar da en az o kadar suçludur.
Ben sadece gazetecilik refleksiyle hareket ettim.
Gerçek neyse onu öğrenmek istedim.
Ortada bir hata, bir yanlış varsa elbette yazacağız. Ama iddia başka, belge başka!
Bir iddia uğruna, şehrin valisini, belediye başkanını, hatta yatırımcısını bile zan altında bırakmak, ne vicdana ne de kaleme sığar.
O yüzden diyorum ki:
Bu şehirde artık birilerinin “duydum, öyle diyorlar” mantığından vazgeçmesi gerekiyor.
Bizim işimiz, duymak değil, doğrulamaktır.
Çünkü Aksaray’ın itibarı, bu şehirdeki yöneticilerin ve gazetecilerin dürüstlüğüyle korunur.
Ve son sözüm şu:
Gerçeği aramak bazen yorucu olur, bazen tepki çeker ama sonunda insan vicdanına bakınca “doğru yaptım” diyebilmek, her şeye bedeldir.